Quantcast
Channel: Sorularla İslamiyet
Viewing all 837 articles
Browse latest View live

Allah'ın Sıfatları (infoGRAFİK)


Aşere-i Mübeşşere (infoGRAFİK)

İmanın Şartları (infoGRAFİK)

İslam'ın Şartları (infoGRAFİK)

Namaz Duruşları (infoGRAFİK)

Namaz Vakitleri (infoGRAFİK)

Peygamber Meslekleri (infoGRAFİK)

Müslüman Yılbaşı Kutlamaz (infoGRAFİK)


Biz İslâm’ın neresindeyiz?

$
0
0

İbadetlerden ictimaî, siyasi, hukuki, ahlaki… hayata kadar her alanda İslâm’ın istediği insan ile bugün Müslümanım diyen insanlar arasındaki farka dikkat çekmek lazım; bu açıklığı fark etmek bile kulluk yolculuğunda önemli bir adımdır.

“Ümmetin üzerine bu ölü toprağı nasıl saçıldı, ümmet bu hale nasıl geldi?”

Çünkü gücü ve saygınlığı, Allah’a dayanıp müminlerle bir olmakta değil, ötekilere yamanmakta aradı ve çünkü imanı zayıfladı.

Bu düşünceyi ilham eden birkaç ayetin meallerini sunuyoruz:

“Kim izzet isterse bilmeli ki izzet tamamıyla Allah’a aittir. Güzel sözler O’na yükselir; rızasına uygun iş ve davranışları da O yüceltir. Sinsi sinsi kötülük tasarlayanlar için çetin bir azap vardır ve onların tuzakları altüst olur.” (Fâtır, 35/10)

Şöyle diyorlar: “Hele Medine’ye dönelim, o zaman güçlü olan zayıf olanı oradan çıkaracak!” Halbuki asıl güç ve izzet Allah’ındır, Rasulünündür, müminlerindir; fakat münâfıklar bunu bilmezler!”(Münâfikûn, 63/ 8)

“Gevşeklik göstermeyin, üzülmeyin; eğer inanmışsanız şüphesiz en üstün olan sizsiniz./ Eğer siz (Uhud’da) bir yara aldıysanız bilin ki o topluluk da benzeri bir yara almıştı. Allah gerçek müminleri ortaya çıkarsın ve uğrunda şehitleri olsun diye o günleri biz insanlar arasında döndürüp duruyoruz. Allah, zâlimleri sevmez.”(Âl-i İmran, 3/138-139)

Yüce Allah, Uhud Savaşı’nda yenilgiye uğramış olan müminleri teselli etmek için onlara Bedir Savaşı’ndaki zaferlerini ve müşriklerin yenilgilerini hatırlatmıştır. Ayrıca âyette belirtilen amaçlarla bu zafer ve yenilgileri insanlar arasında döndürüp durmuş, acı ve tatlı günleri her iki tarafa da tattırmıştır. Aksi halde hayatın imtihan oluşunun bir değeri kalmadığı gibi serbest irade ile iman etme imkânı da ortadan kalkardı.

“Siz üstün durumda iken gevşeklik gösterip barış çağrısı yapmayın! Allah sizinledir, amellerinizin karşılığını asla eksiltmeyecektir./Dünya hayatı oyun ve eğlenceden ibarettir. Siz iman eder ve Allah’a itaatsizlikten sakınırsanız O da hak ettiğiniz karşılığı verecek, sizden servetinizi de istemeyecektir” (Muhammed, 47/35-36)

Burada müminler barış istemekten menedilmiyorlar, ancak üstün durumda iken veya mümin olmak üstün ve şerefli olmayı da ihtiva ettiği için zaaf ve gevşeklik gösterip düşmandan önce barış istemeleri uygun bulunmuyor, böyle bir davranış düşmana cesaret vereceği için bunun müminleri, “barış, adalet ve din özgürlüğünün hâkim olduğu bir dünya düzenini sağlama” amaçlarına ulaştırmayacağına işaret ediliyor.

Bu ayetlerde Allah Teâlâ izzetin, maddi ve manevî gücün;  Allah’ın izin ve inayeti, müminlerin de iman, tevekkül ve gayretleri sayesinde Müslümanların olacağını açıkça ifade buyuruyor.

Peki, biz ümmet olarak niçin zayıfız ve düşman olan kâfirden medet umacak hale gelmişiz? Çünkü adımız Müslüman olsa da iman, şuur ve amelimiz İslam’dan hayli uzağa düşmüş de ondan!

 

Hayırlı cumalar demek size cennet kapısını aralayacaktır, sözü hadis mi?

$
0
0

Cuma ile ilgili bu bilginin doğru olduğunu düşünmüyoruz. Sahih kaynaklarda geçmediği gibi, İslam’ın ruhuna da uymamaktadır.

Anlaşılıyor ki, bir Siyonist el bu uydurmalarla Müslümanları oyalamak istiyor; asıl mühim meselelerden uzaklaştırmak istiyor; belki de aldatmanın verdiği sevinçle kıs kıs gülüyordur.

Bu tür mesaj gönderecek kimseler, eğer hadis ilave edeceklerse, mutlaka kaynağını açıkça belirtmelidir, kaynağı varsa o kaynağının doğru olup olmadığını araştırmalı veya bilen birisine sormalıdır.

Kendilerine bu türden mesaj gelenler ise, sorudaki mesajda olduğu gibi, eğer kaynağı verilmemişse, bu mesajı gönderene kaynağını sormalı, kaynağı olmayan bilgileri asla göndermemesi gerektiğini nazik bir dil ile hatırlatmalıdır. Eğer kaynağı verilmişse, o kaynağın doğru olup olmadığını araştırmalı veya bilen birisine sormalıdır. 

Yoksa -Allah korusun- Peygamber Efendimiz (asm)'e ait olmayan bir sözü, Peygamberimizin hadisi olarak gönderenler ve hiç araştırmadan bu mesajları yayanlar, şu hadisin tehdidine uğramaktan korkmalıdırlar:

"Her kim benim adıma yalan söylerse cehennemdeki yerine hazırlansın."(Buharî, İlim 38, Cenâiz 33, Enbiyâ 50, Edeb 109; Müslim Zühd 72; Ebü Dâvud, İlm 4)

Kategori:
Taslak:
Taslak değil
Soru açıklaması:

- Bazı kimseler, ha bire enteresan mesajlar göndereyim diye hadis uydurur oldu. Örneğin, bu aralar aşağıdaki gibi bir mesaj dolaşmaya başladı:
“Sevgili Peygamberimiz bir CUMA günü ashabıyla sohbet ederken buyurdular ki'CUMA GÜNÜ sevdiklerinizi unutmamak için HAYIRLI CUMALAR DEMEK SiZE CENNET KAPISINI ARALAYACAKTIR.' cennetin kapısını biraz daha aralamak ve EFENDiMiZ'in bir sünnetini daha ihya etmek dileği ile  HAYIRLI  CUMALAR.”
- Bu mesajda geçen rivayet doğru mu?
- Bu tür mesaj atanlara ne dersiniz ve kendilerine bu türden mesaj gelenler ne yapmalı?

Gizli:
Gizlidegil

Dört Büyük Melek (infoGRAFİK)

Müslüman aklı ile düşünmek nasıl olur?

$
0
0

Göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün farklı oluşunda aklıselim sahipleri (ulu’l-elbâb, lübb sahipleri) için elbette ibretler vardır. Onlar ayakta dururken, otururken, yatarken hep Allah’ı anarlar; göklerin ve yerin yaratılışını düşünürler (ve şöyle niyazda bulunurlar): “Rabbimiz! Sen bunu boş yere yaratmadın, seni tenzih ve takdis ederiz. Bizi cehennem azabından koru!” (Âl-i İmran, 3/190-191).

Yukarıda mealini okuduğumuz âyetlerde Allah Teâlâ, Müslüman aklına ve onunla ulaşılan bilgiye, kendisiyle kurulan ilişkiye işaret ediyor.

Müslüman aklı ile düşünmeyenler de yere, göğe, gece ile gündüzün farklı oluşuna, hâsılı beşerin beş duyu ve aklı ile algıladığı maddi varlıklar bakıyor, onlar üzerinde düşünüyorlar, ancak onların düşünceleri yarım (kalbi, lübbü, füâdı, basireti, nefs-i mülheme ve mutmainneyi ihmal eden) akıl olduğu için “insan-evren ve Yüce Yaratıcı” arasındaki ilişkinin bilgisine ulaşamıyorlar.

Aklı tam olarak kullanan müminler ise hem kendi varlıkları hem de yakından uzağa evren hakkında bilgi edindikçe ve bu bilgiler üzerinde tam akıl (bu manada lübb) ile düşündükçe Allah’a ulaşıyorlar, O’na iman ve ibadetle yaklaşıyor, keyfiyetsiz beraberliğin emsalsiz heyecan ve huzurunu yaşıyorlar.

Müslümanlar nasıl maddi ve askeri güçte ötekilerden ileri olmak mecburiyetinde iseler ve bu gerekli ise iç ve dış âlem üzerinde tam akıl ile düşünmek ve bilgiye ulaşmak da iman, ibadet, huzur ve sükûn yolunda her an artarak devam edecek olan yolculukları için gereklidir. Ne yazık ki ümmet bugün her iki alanda da üzerine düşeni ihmal etmiş, nükleer silaha ve savunmaya sahip olan ötekilere göre zayıf düştüğü gibi aklını da yarım kullanarak din alanında “rasyonelleşmiş”; yarım akılla anlamaya yönelmiş, maddileşmiş, dünyevileşmiş, satıhta kalmış, burnunun ucunu göremez hale gelmiştir.

Tekrar âyete dönelim:

İnsanın kendinde ve çevresinde var olanlar ile olup bitenlerin tamamı, tam akıl ile düşünenlere göre “Allah’ın âyetleridir”. Allah nasıl Kur’an âyetleri ile kullarına hitap ediyorsa aynı güçte ve açıklıkta evren âyetleri ile de hitap etmektedir. İşte bu âyetleri de doğru anlayabilmek için lübbe; yani “öz akla, tam akla, kalbi de ihtiva eden akla” ihtiyaç vardır. Mümin bu akıl ile ayakta, otururken, yatarken; yani bütün hallerinde Allah’ı anar, kendisi ve çevresinin yaratılışı, var oluşu, denge ve düzeni…  üzerinde düşünür (tefekkür eder), bu tefekkür onu Rabbine ulaştırır, bu vuslet içinde mümin, huzurunda olmanın eşsiz zevki ve heyecanı içinde Rabbi ile konuşmaya başlar ve “Ya Rabbi, Ya Rabbi….!” der, yanar, yakınır, nazlanır, niyazlanır, ağlar, güler…; Rabbine yöneldikçe, ibadete devam ettikçe imanı güçlenir, ilmi ve irfanı artar; işte dünyada cennet hayatı budur.

Yazıyı, hicrî 320 yılında vefat eden Horasanlı âlim ve sûfî el-Hakîm et-Tirmizî’nin, “sadr, kalb, füâd, lübb ve akıl” konusunda yazdığı risalesinden, lübb ile ilgili ifadesini çevirerek bitireyim:

“Bil ki, lübb ancak şu vasıfları ve özellikleri taşıyan müminlerde olur: Onlar Rahman’ın özel kullarıdır, onların asıl işi Mevlâ’ya itaat ve dünya ile nefs-i emareye sırtlarını dönmektir, bu hal onlara takvâ elbisesini giydirmiş, onları türlü belalardan korumuştur; işte bu yüzden Allah onlara “ülü’l-elbâb: lübb sahipleri) demiş, hitabında/kitabında onlara özel bir yer ayırmış, çok yerde onları övmüş, bazen de sertçe uyarmıştır.” (s. 59).

Dört Büyük Melek (infoGRAFİK)

Dini infografikler Sorularla İslamiyet'te...

$
0
0

Çeşitli dini konularda hazırladığımız infografiklerle bazı bilgilerin daha dikkat çekici, daha akılda kalıcı olmasını hedefliyoruz.

Bu infografiklerin baskı dosyalarını indirip bastırabilir, mescidlere, sınıflara, kütüphanelere, din eğitimi, seminer ve konferans verilen yerlere asabilir, sosyal medyada paylaşabilir ve geniş kitlelerin istifadesini sağlayabilirsiniz.

İNFOGRAFİKLER İÇİN TIKLAYINIZ

Sunum Resmi:

Hoş Geldin Ramazan-ı Şerif

$
0
0

 

 

Hoş geldin cömert misafir, hoş geldin ikram ve ihsanı ziyade ay, hoş geldin Ramazan-ı Şerif…

Açlığında sayısız lezzet hediyeleri sunan, lezzetli açlık oruçla ruh dünyamıza hesapsız ziyafetler çeken, yetmiş hikmetiyle hayatımıza manalar yükleyen fazilet ve kemâlatımızın terakki zembereği hoş geldin…

Akıl marifet sofrasına kurulur seninle, bir lezzet alır ki tarif edilmez. Şükür nimetini hakkıyla hazmeden ruhumuzun lezzetine diyecek yoktur. Mide acıktıkça diğer aza ve organlarımız iktisadı öğrenir, sabra alışır, riyazete çalışır, mânevî nimetlere doyarlar.

Mü’minler derecelerine göre ayrı ayrı nurlara, feyizlere, mânevî sürurlara mazhar olurlar; huzur atmosferinde teneffüs etmenin, fani hayatta baki hazine bulmanın bahtiyarlığına erişirler.

Kalp ve ruh, akıl, sır gibi latifelerin oruç vasıtasıyla yücelmesini, büyüyüp gelişmesini yaşar; insan hakiki insanlık makamlarına uçar. Mide ağlasa da mânevî cihazlar masumâne gülerler; onların lezzeti eşsiz, saadeti hudutsuzdur. 

Ruhu geliştiren, fazilet sahibi yapan, yüksek karaktere yücelten, övülmüş ahlâkla ahlâklandıran, başıboşluktan kurtarıp intizama tâbî kılan, sıfatlarını lakaytlıktan, duygularını aşırılıktan muhafaza edip ciddiyet ve istikamet kazandıran, sonsuz kemâlat mertebelerine kamçılayan Rabbânî deva, ruhu olgunlaştıran teşvik kamçısı, terbiye unsuru muhterem Ramazan-ı Şerif hoş geldin…

Sen gelirsin; nefsin günaha uzanan elleri kırılır, emir dinlemeyi öğrenir, Rabb-ı Rahîmini tanır, sonsuz lezzetler diyarı Cennete yol bulur, Cemale vuslat türküleri söylemeye koyulur. Bu kutlu seferin sonunda öyle lezzetler bulur ki ne göz görmüş, ne kulak işitmiş, ne de bir kalp hissetmiştir.

Şeytanlar zincirlenir, kavgalar zincirlenir, huzursuzluk zincirlenir, asayiş nefes alır, huzur bulur seninle. Buram buram sevgi kokar her yan, hoşgörü, anlayış tahta çıkar, hürmet yürekleri fetheder, hakiki insan olmanın lezzetine varırız.

Evleri mutluluk istilâ eder; sahurun tatlı uykusuzluğu, iftarın heyecanlı hazırlıklarıyla… Mevlidler, mukabeleler, her evden Kur’an sesleri yükselir. Sokaklar cümbüş yeri gibi olur; camilere koşan çocukların coşkusuyla. Camilerde ruhlar bayram eder teravihlerin ahengiyle, hafızların yürek titreten sesleriyle. Kur’an duvarlarda asılı kalıp durmaktan kurtulup, sinelerde hâkimiyet kurar. Günler geceler saadetle yer değiştirir, asr-ı saadetin bir gölgesi yaşanır kıyamete yakın… 

İslâm Âlemini büyük bir mescit yapan, her köşesinde hafızlara ezeli hutbe Kur’an’ı aşk ve şevkle tilâvet ettiren, vahiy atmosferinde âyetlerin manasını, özünü, esasını solumasıyla ruhlarımızı cennetlerde dolaştıran, ayât-ı Kur’âniyenin hayatımıza yön vermesine, yönümüzün sırat-ı müstakîm olmasına vesile olan, Kur’an’ın dünyamıza girmesine mâni olan prangalarımızı kıran, bizleri Kur’anî istikamette tutan Kur’an ayı, Kur’an’ın indiği zaman dilimi, mübarek Ramazan-ı Şerif hoş geldin…

Şefkat coşar, coştukça coşar; yetimin yüzünde tebessüm, fakirin ocağında et, kimsesizin kimsesi olur. Zekâtlar dağıtılır, sadakalar dağıtılır, yokluk varlığa ‘Hoş geldin’ der. Unuttuklarımızı hatırlarız, kaybettiklerimizi buluruz, Meleklerin gıpta ettiklerinden oluruz. Pür lezzet, pür saadet sarar her yanımızı.

Birlik ve beraberlik, sevgi ve kardeşlik bambaşkadır seninle. İftar sofralarında buluşuruz muhabbetle, sahur sofralarına kalkarız ubudiyetle, Kur’an sofrasında ruhumuzu doyururuz sahabece, teravih sofrasında kâh kıyamda, kâh rükûda, kâh secdede aşkı yaşarız melekçe, paylaşma sofrasına koşarız cömertçe, yetimlerin sofrasına yüreğimizi koyarız samimiyetle, fukaranın sofrasına hurma, çorba, pilav, aş, ekmek dizeriz şefkatle…

Tebessüm, yüzümüzün yaldızı; güzel söz, dilimizin tercümanı; hürmet, başımızın tacı; sevgi, yaradılışımızın mayası; güzel ahlâk, özümüz; birlik ve beraberlik, fıtrat çimentomuz; kardeşlik, ta ezelden andımız; paylaşma, en çok paylaştığımız şey; yardımlaşma, en çok yardımlaştığımız şey; dayanışma, birbirimizin ihtiyacına cevap verme, birlikte yaşama erdemine ulaşma şiarımız bizim… 

Duygularımızın şâha kalktığı ibadet bayramı, insanlığın zirvesine kurulduğumuz oruç mevsimi, hakiki insan olmamızın kutlu vesilesi,  amellerimizin neşv-ü nema bulduğu verimli tarla, kulluğun resm-i geçit meydanı muhteşem Ramazan-ı Şerif hoş geldin…

Müjdeler alırız semalardan. Yerlerin Muhammedi, Göklerin Ahmedi (a.s.m.) öyle müjdeler verir ki, sen her sene geldiğinde sanki mübarek dudaklarından yeniden duyuyormuşuz gibi mutluluğun arşına çıkarız.

İşte yere göğe sığmayan mutluluk yüklü kelâm-ı Ahmedî’den bir örnek:

“Ramazan ayının ilk gecesi olunca Cennetin bütün kapıları açılır ve bütün ay boyunca tek bir kapısı kapanmaz. Cehennemin bütün kapıları kapanır ve bütün ay boyunca tek bir kapısı açılmaz. Şeytanların azgınları bukağılanır. 

Gökyüzünden bir nida edici her gece fecir sökünceye kadar şöyle der: 

‘Ey hayır işleyen, devam et ve müjdeni al; ey kötülük dileyen, vazgeç ve uyan.’

(Cenab-ı Hak dünya semasına tecellî ederek)

‘Bir af dileyen yok mu, onu bağışlayayım; tövbe eden yok mu, tövbesini kabul edeyim; dua eden yok mu, duasını kabul edeyim; isteyen yok mu, istediğini vereyim.’ buyurur.

Allah Teâlâ, Ramazanda her iftar vaktinde, her gecede altmış bin kişiyi ateşten azad eder. Bayram günü geldiğinde ise bütün ay boyunca azad ettiği kadar, otuz kere altmış bin kişiyi daha azad eder.”

Affın, mağfiretin muştusu, rahmetin sembolü,  tövbelerin kabul vakti hoş geldin. İkram ve ihsanın sebebi, duaların âmini, cennetin kokusu hoş geldin. Yaralı ruhların tiryakı, gönüllerin ilacı, başımızın tacı hoş geldin… Hoş geldin Ramazan-ı Şerif…


Oruç bizi güzel insan ve makbul kul yapar

$
0
0

Yapılan sosyal araştırmalar bazı yıllarda oruç tutanların, tutabileceklerin yüzde seksenine yaklaştığını göstermektedir. Bu, dünyada eşine az rastlanacak bir “toplumsal dinî davranış, dîne yöneliş” örneğidir.

Din sosyolojisi ve psikolojisi ile meşgûl olanlar bu vâkıanın sebep ve sonuçları üzerinde durmalıdırlar. Siyasîler ile eğitimciler de din ile ilişkisi bu denli samîmî ve yoğun olan bir toplum için nasıl bir kültür ve eğitim politikası uygulamak gerektiği, bugüne kadar yapılanların doğruları ve yanlışları üzerine eğilmelidirler.

Allah, Kur’ân’ı ve dolayısıyla İslâm’ı koruyacağını vaat ediyor. On beş asırdır süregelen bunca yıkıcı ve bozucu faâliyete rağmen İslâm, temel kaynaklardaki saflık ve sahîhliği ile dimdik ayakta; isteyen öğreniyor ve yaşıyor.

İbâdetler kullar içindir, Allah’ın ibâdetlerimize ihtiyacı yoktur. Bir kutsî hadîsde de ifade edildiği gibi bütün insanlar kâfir olsa bu Allah’ın büyüklüğüne zarar vermez, tamamı mümin ve itâatkâr olsalar bu da, O’nun büyüklüğüne bir şey katamaz. İbâdetler beşerin, ilâhî plâna uygun insan haline gelebilmesi için vâsıtalar, vesîleler olarak buyurulmuştur. Bedenin ve rûhun (zihin ve şuurun) iştirakiyle yapılan ibâdetler insanı Allah’a yaklaştırmakta, bu yakınlıktan farklı bilgiler, inanç ve ahlâk elde edilmektedir.

Ramazan’dan Ramazan’a oruç tutan, namaz kılan insanlarımızı âdeta paylayan, “Devamlı olmadıkça bu ibâdetlerin faydası yok diyen” sözde din öğreticilerine katılmıyorum. Ömründe bir oruç tutan, bir namaz kılan insan bile bunu da yapmayan diğerlerine göre güzel bir şey yapmıştır. Ancak matlûp olan ibâdetin dengeli, düzenli, devamlı yapılmasıdır. Biyolojik olarak nasıl bedenimiz dengeli ve yeterli beslenmeye muhtaç ise manevî olarak rûhumuz da dengeli ve yeterli ibâdete muhtaçtır. Düzensiz ibâdet edenler, alaca bînamazlar sık sık perhizi bozan, bir gün spor yapıp beş gün bırakan, bulunca çok yiyip bulamayınca az yiyen insanlara benzerler. Allah Teâlâ ibâdetleri, farzından nafilesine öyle düzenlemiştir ki, bunu programı aksatmadan yerine getirenlerin sonuç almaması imkânsızdır.

İçinde yaşadığımız; hareketli, gürültülü, maddî âlemi kadar manevî ve ahlâkî âlemi de kirlenmiş dünyada ferdin, tek başına, yalnızca ferdî irâde ve imanından güç alarak kulluk çizgisinden sapmaması veya kulluk vazifelerini aksatmaması âdeta imkânsız hale gelmiştir. Bu konuda fertlerin diğerleriyle bir araya gelerek, birliktelikler, küçük cemâatler (dostluk, dayanışma, hayatı paylaşma gurupları) oluşturarak yardımlaşmaları gerekiyor. Hz. Peygamber’in (s.a.v) namazı cemâatle kılma üzerinde o kadar ısrar etmesini yalnızca “yirmi yedi kat sevap almaya yönelik bir tavsiye” olarak algılamak yanlıştır; o tavsiyenin sebebi, aynı zamanda sosyal olan dîni yaşayabilmek için cemâatleşmenin ve dayanışmanın zorunlu olmasıdır.

 

Yahudi inancındaki “Arz-ı mev’ûd” ne demektir? Bu topraklar kime nasıl vadedilmiş?

$
0
0

Vâdedilmiş toprakların (arz-ı mev’ûdun) ne zaman, nerede, kimlere, ne şartla vadedilmiş olduğunu öğrenmenin yolu bu va’di yapanın kitabına (verilen sözün vesikasına) bakmaktır.

Yeryüzünde Allah’a ait olduğu bilinen ve hiçbir harfine, kelimesine dokunulmadan bize kadar gelen tek kitap Kur’an-ı Kerim’dir. Kitab-ı Mukaddes denilen mecmuanın ihtiva ettiği Tevrat ve İncil’in -aslı Allah Teâlâ tarafından vahyedilmiş olmakla beraber- O’ndan geldiği gibi muhafaza edilmediğini, değiştiğini, kısmen kaybolduğunu, kısmen peygamberlere ve başkalarına ait sözlerin araya girdiğini Yahudiler ve Hıristiyanlar da kabul etmektedirler. Bu sebepledir ki Allah Resulü (s.a.v): “Ehl-i Kitab size bir bilgi getirdiğinde buna ne doğrudur deyin, ne de yalanlayın; Allah’ın gönderdiğine inanırız, O’nun göndermediğine inanmayız deyin” buyurmuştur. Buna göre ehl-i kitabın elinde bulunan kitaplarda yazılı bilgileri ve haberleri Kur’an-ı Kerim ve sahih sünnet ile karşılaştırmak, bunlara uyanları almak, kabul etmek, doğru saymak, uymayanları ise -aykırı olmamak kaydıyla- doğru ve yanlışa eşit ihtimalli saymak gerekecektir.

Siyonistlerin devamlı gündemde tutup istismar ettikleri “vadedilmiş toprak” meselesine yukarıda açıklanan usul içinde bakalım. Konuya hem Kur’an-ı Kerim’de, hem de Eski Ahid’in (Tevrat’ın) Sayılar ve Tesniye kitaplarında temas edilmiştir:

“Bir zamanlar Musa, kavmine şöyle demişti: Ey kavmim! Allah’ın size lütfettiği nimetini hatırlayın; O, içinizden peygamberler çıkardı ve sizi hükümdarlar kıldı. Âlemlerde hiçbir kimseye vermediğini size verdi. Ey kavmim! Allah’ın size yazdığı mukaddes toprağa girin ve arkanıza dönmeyin, yoksa kaybederek dönmüş olursunuz” (Maide: 5/20-21).

Bu iki ayete göre Arz-ı mukaddes’in İsrailoğullarına vatan olarak yazılması (Allah’ın bu vaadi ve takdiri) ebedî değildir ve şarta bağlıdır. Ebedi olmayıp Hz. Musa’nın asrına ait olduğunun delili, 20. ayetteki ifadedir: Allah onlara birçok nimet vermiştir, hatta bu nimetlerin bir kısmı o zamana kadar dünyada hiçbir ferde ve topluma verilmemiştir, bunlar arasında Mukaddes Toprağın onlara vatan olarak yazılması da vardır. Daha sonraki çağlarda ise Allah Teâlâ başka toplumlara, ümmetlere, İsrailoğulları’na vermediği nimetler vermiştir.

Ayrıca bu yazı ve vaat şarta bağlıdır, çünkü 21. ve devamındaki ayetlerde bu yazının hayata geçmesi İsrailoğulları’nın buna layık olmalarına ve bunun için fedakârlık etmelerine bağlanmıştır. Hatta onlar bu şartı yerine getirmedikleri için Allah Teâlâ onlara kırk yıl buraya giremeyip dar bir bölgede yaşama cezası vermiştir. Daha sonraki zamanlarda da İsrailoğulları güç ve ahlak bakımından layık oldukları müddetçe buralarda oturmuşlar, liyakatlerini kaybettikçe de aynı yerler başka toplumların yurdu olmuştur.

Tevrat’ın Tesniye bölümünün birinci babında yer alan bilgilere göre vadedilen topraklar hem yalnızca İsrailoğulları’na vadedilmiş değildir, hem de dünkü ve bugünkü Filistin topraklarından ibaret değildir. Va’dedilen topraklar Lübnan, Irak, Suriye ve Fırat havzasına kadar Anadolu’yu kısmen içine almaktadır. Va’din muhatabı olan toplumlar ise “İşte diyarı önünüze koydum, girin ve Rabbin atalarınıza, İbrahim’e, İshak’a, Yakub’a, kendilerine ve kendilerinden sonra onların zürriyetlerine vermek için and ettiği diyarı kendinize mülk edinin” cümleleriyle belirlenmiştir.

Son Peygamber Muhammed Mustafa (s.a.v), Hz. İbrahim’in, oğlu İsmail kolundan gelmiş bir zürriyetidir, torunudur, şu halde O’nun ümmeti olan Müslümanlar da -şartlarını yerine getirirlerse- Allah’ın vadettiği Mukaddes Topraklara malik olma ve burasını vatan edinme hakkına sahiptirler. Tarihi gerçek de böyle olmuş, Hz. Ömer (ra) devrinden itibaren bu topraklar Müslümanlar tarafından fethedilerek dâru’l-İslâma dâhil edilmiştir.

Kur’an-ı Kerim, tamamı Allah’a ait bulunan yeryüzünün bir parçasını yurt edinme hakkının ahlâkî ve hukukî şartlarını şöyle açıklamıştır:

“Onlar, başka değil, sırf ‘Rabbimiz Allah’tır’ dedikleri için haksız yere yurtlarından çıkarılmış kimselerdir. Eğer Allah bir kısım insanları, diğer bir kısmı ile defedip önlemeseydi, içinde Allah’ın ismi çokça anılan kiliseler, havralar, mescitler ve camiler şüphesiz yıkılıp giderdi. Allah kendine yardım edenlere (şart ve sebepleri yerine getirenlere) muhakkak yardım eder. Hiç şüphesiz Allah güçlüdür, galiptir. Onlar ki, eğer kendilerine yeryüzünde yurt ve iktidar verirsek namazı kılar, zekâtı verirler, iyiliği emreder ve kötülükten menederler, işlerin sonu Allah’a varır” (Hac: 22/40-41).

Müslümanların tarih boyunca hâkim oldukları yerlerde din ve vicdan hürriyeti bulunmuş, camilerin yanında kiliseler ve havralar da açık kalmış, buralarda Allah’ın adı anılmış, ayinler ve ibadetler yapılmıştır. İnsanlara dinleri, ırkları, renkleri, bölgeleri, kabiliyet ve varlıkları farklı diye zulmedilmemiş, herkese fırsat eşitliği tanınmıştır. Siyonist Yahudiler ise ırkçılığı din haline getirmişlerdir, kendilerini Allah’ın has kulları, diğer insanları ise sağılacak inekler ve kullanılacak köleler olarak görmektedirler. Her vasıtayı mübah sayarak kendilerinden olmayan toplumların maddi ve manevi değerlerine, varlıklarına tecavüz etmektedirler. Zulümle, kanla, hile ile yerleştikleri Mukaddes Topraklarda başkalarına hayat ve ibadet hakkı tanımamakta, yerlerinden yurtlarından ettikleri insanların ıstırapları karşısında duygusuz kalmaktadırlar. Bütün bunlar olup dururken Allah Teâlâ elbette Mukaddes Toprakları onlara yurt etmeyecektir; çünkü o topraklarda oturmaya ve Allah’ı anmaya layık olanların vasıfları hem kendi kitaplarında, hem de bütün kitapların doğruluk miyarı olan Kur’an’da açıklanmıştır ve orada Allah şöyle buyurmaktadır:

“Andolsun ki, zikirden sonra (Tevrat’tan veya levh-i mahfuzdan sonra) Zebur’da: ‘Şüphesiz yeryüzüne iyi kullarım varis olacaktır’ diye yazdık”(Enbiya: 21/105).

 

Aşere-i Mübeşşere (infoGRAFİK)

Gençlerin Kafasını Karıştıran 21 Soru

$
0
0

Bazı sitelerde, "gençlerin kafasını karıştıran, deizme iten sorular" başlığı altında bir soru listesi paylaşılmaktadır. Aslında sorulara bakıldığı zaman bu soruların her Müslümanın aklına takılabilecek sıradan sorular olduğunu görüyoruz. Bu soruları soran veya zihninde taşıyan kimse ne dinsiz veya deist olur, ne de günah işlemiş olur. Bizler yıllardır bu bahsedilen soruların cevaplarını sitelerimizde yazılı, sözlü veya video olarak paylaşmaktayız. Soruların cevaplarını öğrenenler aslında bu soruların iddia edildiği gibi, cevapsız veya insanları dinsizliğe iten sorular olmadığını rahatlıkla göreceklerdir.

Şimdi bu 21 adet soruya verdiğimiz sitemizdeki cevapları sizlerle paylaşalım.

Bu sorularla kafaları karışanlara ulaştırmanız temennisiyle....


1. Allah bizim cennete ve cehenneme gireceğimizi biliyor neden bizi imtihan ediyor?

Allah'ın bizim ne yapacağımızı bilmesi ve kader konusunda bilgi verir misiniz?

Kader hakkında merak edilen tüm sorular için tıklayın...


2. Öldükten sonra dirileceksek neden ölüyoruz?

Bedenimiz ve dünyamız, ebedi olarak yaşamaya müsait değildir. Bedenimiz, yorulmaya, hasta olmaya, bozulmaya müsait iken, dünyamız da eskimeye, yıkılmaya ve bozulmaya mahkumdur. Demek bunlar ebedi bir hayat için yaratılmamışlardır.

Bu dünya bir imtihan yeridir. Bu imtihandan başarılı olan kullar ise ebedi hayata mazhar olacaklardır. Ölüm bu imtihan dünyası ile ebedi hayat ardındaki bir geçiştir. Ölüm görünüşte bir yok oluş veya bir yıkım gibi gözüküyor olabilir, ancak ölüm hakikatte bir mekan değişikliğidir, bu dünyanın çileli hayat külfetinden bir kurtuluştur. 

Ölüm ve ölümden sonraki hayat hakkındaki merak ettiğiniz tüm soruların cevapları için tıklayınız...

Ölümden sonra hayatın ispatı için hazırladığımız Ahirete İman video eserimizi izlemek için tıklayın...


3. Allah her şeyi bildiği halde neden bizi yarattı?

ALLAH bizim ne yapacağımızı biliyor ise, bizi neden dünyaya gönderdi? Mesela bir öğretmen sınavın sonucunu bilirse, sınavın anlamı olmaz... Yani Allah sonumuzu biliyorsa neden burdayız?..

Kader hakkında tüm merak ettiklerinizi "Kadere İman" isimli video eserimizde bulabilirsiniz.


4. Bizler Müslüman ailede doğduğumuz için mi Allah’a inanıyoruz. İnanmayan aileden doğanların suçu ne? Allah akıl vermiş ama bizlere de vermiş ama biz de tam kullanamıyoruz?

Müslüman bir ailenin çocuğu, hayata daha avantajlı başlamış olmuyor mu? Bunun ilahi adaletteki hikmeti nedir?


5. Allah bizi seviyor da neden günah işlememize izin verip sonra bizi yakıyor?

İnsanlar günah işleme özelliğinde yaratıldığı halde, neden cehenneme atılıyor?


6. Sonsuzluk kavramı akıl almaz bir şey, Allah’ın sonsuz olmasını nasıl algılayabilirim?

Sonsuzluk anlaşılabilir mi?


7. Allah neden bir kuluna eziyet verirken diğerine rahatlık veriyor. Rabbimiz neden bu konuda eşit davranmıyor?

Allah kullarını imtihan ederken adaletsizlik yapar mı? Dünyada insanların maddi olarak eşit imkanlara sahip olmaması adaletsizlik değil midir?


8. Kaderde ne zaman öleceğimiz belli ise neden sadaka ömrü uzatıyor? Kaderde cennete ve cehenneme gideceğimiz belliyse neden ibadet ediyoruz?

Bu ve benzeri sorular, kader konusunun anlaşılmamış olmasından kaynaklanmaktadır. Kader'in ne olduğunu ve insan iradesinin nasıl mesul olacağını öğrenmek için Kader'e İman video eserimizi mutlaka izlemelisiniz.

Bizim ne yapacağımız kaderimizde yazılmış ise, ne suçumuz var? 


9. Allah’ın ihtiyacı yokken bizi niçin test etmekte?

Yaratılışımız bizim tercihimiz olmamasına rağmen imtihan olmamızın sebebi nedir? 


10. Cennette birini istiyorum o da başka birini, ne olacak?

Cennette eşlerin durumu nasıl olacak?

Cennette kadınlar istediği kişiyle evlenebilir mi?


11. Allah kötülüklere neden engel olmaz?

Allah bu dünyadaki kötülüklere neden müsaade ediyor? Zulüme, haksızlığa ve kötülüğe seyirci kalmak, adaletsizlik değil mi?

Allah’ın, küçük çocuklara tecavüz edilmesine izin vermesi nasıl açıklanabilir?


12. Biz putperestleri eleştiriyoruz ama biz de Kabe’nin etrafında dönüyoruz?

Kabe’ye yönelmek, tavaf etmek Kabe’yi putlaştırma olmaz mı?


13. Ya Hristiyan veya ateistler haklıysa?

Diğer dinlerin haklılığı bir tarafa, ateistlerin haklı olmasının imkanı yoktur. Çünkü ateistler bu dünyayı başıboş ve tesadüf eseri olarak ele almaktadırlar. Atom çekirdeğinden galaksilere kadar başıboş, düzensiz intizamsız ve tesadüfi hareket eden hiç birşey yokken bir ateisti dikkate almanıza gerek yoktur.

İnsan, sadece aklını kullanarak şu sonuca varabilir: Basit bir iğne ustasız olmazken bu mükemmel canlıları ve düzeni nasıl tesadüfe havale edebiliriz.

Diğer dinlerin hakkaniyeti meselesi ise, Hazreti Muhammed (sav) Allah'ın peygamberi olup olmadığının anlaşılmasına bağlıdır.

Resulullah'a (sav) İman isimli video eserimizi izlemek için tıklayınız...

Peygamber Efendimiz (sav) ile ilgili sitemiz olan Resulullah.org sitemize erişmek için tıklayın...

İslam sonradan gelmiş bir dindir, onun doğru din olduğu nasıl ispatlanır? Hz. Peygamberin kendi düşünceleri olamaz mı?


14. Bu dünyaya gelmek benim tercihim değil. Allah bunun benim seçimim olduğunu ve hatırlamadığımı söylüyor.

Yaratılışımız bizim tercihimiz olmamasına rağmen imtihan olmamızın sebebi nedir? 


15. Allah kalplerini mühürlediği insanları niçin cehennemle cezalandırıyor?

Kur'an'da pek çok ayette geçen "kalplerin mühürlenmesi" ne demektir? Kalbi mühürlenen bir insan, iman etmemekten nasıl sorumlu tutulabilir?


16. Kelam dersinde mucize, olay görüyoruz ama hiçbirinin delili yok. Sadece anlatılıyor bana göre delil yok.

Soruda kasdedilen Peygamberlerin mucizeleri ise bunların delilleri ancak semavi kitaplar olabilir. Bu semavi kitaplarda yazan ve asırlar önce gerçekleşen hadiselerin bu zamanda delillerinin olmaması kadar normal birşey olamaz.

Mucizeler, Peygamberlerin geldikleri dönemde, inkar edelere karşı, onları ikna veya ilzam etmek için Allah'ın lütfuyla ve yaratması ile gerçekleşen fiillerdir. Eğer tüm mucizeler o zamanlardan ta şimdiye kadar halen gözüküyor olsaydı o zaman imtihan sırrı ortadan kalkar, herkesi ister istemez iman etmek zorunda kalırdı.

Peygamber'imizin (sav) mucizelerinin neler olduğu hakkında bilgi almak için tıklayınız...

Soruda kasdedilen Allah'ın mucizeleri ise, kainattaki her varlık bir mucizedir. Mucize olmayan birşey yoktur ki delil gösterme ihtiyacı hissedelim. Bu konuda sadece ufuk açacak ve fikir verecek birkaç videomuzu izlemek için buraya tıklayabilirsiniz...  


17. Allah niçin önceki kitapların bozulmasına izin vermiştir?

Diğer ilahi kitapların tahriften korunmamasının sebebi nedir? 


18. İçki öncekilere yavaş yavaş yasaklanırken bizlere neden direk haram kılındı?

İçki, İslam'ın ilk geldiği dönemlerde müptela olan Müslümanlar için kademeli olarak haram kılınmıştı. Kur'an'ın indirilmesinin yirmi yılı aşkın bir zamana yayılmasının bir hikmeti de, o zamana kadar pekçok kötü alışkanlıkla yaralanan toplum hayatını kademeli olarak ıslah etmekti. Zaten bu ıslah hareketinin neticesi olarak da son içki yasağı ayeti geldiğinde artık Müslümanlar hiç itiraz etmeden içkiyi terk etmişlerdi. Ancak bizler mazimizde sahabelerin müptela olduğu gibi kötü alışkanlıklarla Kur'an ile buluşmadık. Neyin haram ve neyin helal olduğunu asırlardır tüm müslümanlara tebliğ eden Kur'an zaten elimizdeydi.

"Daha önceden islamdan bihaber olan birisi, içki veya diğer günahlarla müptela iken, Müslüman olduğu anda nasıl tüm alışkanlıklarını bırakabilir?" diye sorulacak olursa da o zaman biz de şunu sorarız: Şimdiye kadar bir pislik çukuru içinde olan birine, bulunduğu yerin pislik olduğunu söyledikten sonra ve kurtulması gerektiğinin lüzumu anlatıldıktan sonra, kendisi de bulunduğu yerin pislik olduğunu anlamış ise halen pisliği bırakmak istemiyorum diyebilir mi? Her vesile ile bu pisliklerden kurtulmaya çalışması gerekmez mi?

İşte daha evvelden içki, zina, kumar, faiz, kul hakkı gibi pisliklerin içinde bulunanlar, İslam ile bunların haram olduğunu öğrendikten sonra her vesile ile bunlardan kurtulmaya çalışmalıdır. Gerekiyorsa psikolojik veya profesyonel destek almalı, çevresini değiştirmeli, ibadetlerini yaparak bu illetlerden kurtulmanın yollarını aramalıdır. 

İçki neden birden yasaklanmadı?


19. Allah’ın hep ‘ben yaptım, ben yarattım demesi’ tuhafıma gidiyor.

Aslında Kur'an'ın geneline bakıldığı zaman, Allah "ben" yerine "biz" kelimesini kullanır. Yani Rabbimiz bize ego veya kibir ifade eden "ben yaptım, ben ettim" demek yerine "biz yaptık, biz yarattık" gibi tevazu ifade eden bir kelimeyi tercih etmektedir. Allah Kur'an'da neden "ben" ifadesini kullandığını detaylı olarak izah ettiğimiz videomuzu izlemenizi öneririz.

Bununla birlikte bazıları, Allah'ın varlıkları kendisine ibadet etmeye mecbur bırakması veya koyduğu kurallara uymayı zorunlu kılmasını bir ego olarak gördüklerini ifade etmektedirler. Burada da şunu söylemek gerekir, ibadete Allah değil, yarattığı bizler muhtacız. Çünkü bizler zayıf, aciz ve sınırsız ihtiyaç sahibi olarak yaratılmış varlıklarız. İbadet ile kendimizi Kudreti nihayetsiz, zenginliği sınırsız olan Allah'ın huzuruna çıkar, ondan ister, halimizi ona arz ederiz. Bir bebeğin annesine nazlanması annenin egoist olduğu anlamına gelmez. Aksine anne şefkat etmek, bebek ise şefkat istemek fıtratında yaratılmıştır.

Allah'ın koyduğu kanunlar ise bu dünya ve ahiret saadetimiz için gerekli olan kurallardır. Elbette kullardan bazıları bu kurallara uyarken, bazıları uymayarak diğer kulların da haklarını gasbedecek ise o zaman Allah'ın cezalandırması kadar normal birşey olmamalıdır.


20. Allah bizi yaratmasaydı ne ile uğraşırdı?

Bu soru sahibi, Allah'ı da insanlar gibi değerlendirmekte, insan nasıl bir işi yoksa boş kalıyorsa, -haşa- Allah da boş kalır gibi değerlendirerek hata yapmaktadır. Allah zamandan münezzehtir. Yani "birisi bir işi yapmıyor ise o zaman boş kalır" demek zaman doldurması gereken varlıklar için geçerlidir, Allah için zaman mefhumu olmadığı için bunun boş-dolu olması gibi birşey de söz konusu değildir. Sorunun detaylı cevabı için aşağıdaki linkteki cevabı okumanızı öneririz:

Allah, kâinatı yaratmadan önce ne yapıyordu?


21. Kuran’da kadın ve erkek niçin eşit değil?

Kadın-erkek eşitliği söz konusu mudur?


Merak edilen diğer bazı sorular:

İnanmayanlara Allah'ın varlığını nasıl anlatabiliriz?

Allah'ın varlığını kainattaki varlıkların dili ile ispat eden "Yaratılış Delilleri" isimli video eserimizi izlemek için tıklayınız...

Cemaatler ve tarikatlar İslam'da gerekli olan müesseseler mi? Yoksa Kitap tek, Peygamber tek diye böyle şeylere kalkışmamak mı gerekir?

Neden namaz kılıyoruz, namaz kılmanın faydası nedir, Allah'ın bizim namazımıza ihtiyacı mı var?

Namaz hakkında Kur'an, Peygamber Efendimiz ve İslam alimlerinin görüşlerini öğrenip, namaz hakkında ikna edici bilgiler öğrenebileceğiniz "Gözümün Nuru Namaz" videomuzu izlemek için tıklayınız...

Allah'ın Sıfatları (infoGRAFİK)

Viewing all 837 articles
Browse latest View live